Abdülkadir Cezayiri Kimdir Hayatı

Abdülkadir Cezayiri mücâhid bir velîlerdendir. 1807 yılında  Recep ayının yirmi üçüncü günü Cezâyir’in Maasker vilâyetinin Kaytana köyünde dünyaya gelmiştir.Şeriflerden olup soyu hazret-i Ali’nin oğlu hazret-i Hasan efendimize dayanmaktadır.

Şeyh Muhyiddîn, parlak bir zekâya sâhip olduğunu gördüğü Abdülkâdir’i küçük yaşta ilim öğrenmeye sevketti.İlk tahsilini Kaytana’da yapan Abdülkâdir, sonra Cezayir ve Oran şehirlerinde büyük âlimlerden okudu. Daha küçük yaşta Kur’ân-ı kerîmi hıfzetti.Tefsîr, hadîs, fıkıh ve diğer ilimlerde üstün bir dereceye yükseldi.Geniş mâlumâtıyla, fazîlet ve takvâsıyla şöhreti her tarafa yayıldı. Ülkesini pek yakın bir gelecekte bekleyen tehlikenin farkında olan Abdülkâdir kendisini ilm-i siyaset, devlet idâresi sâhalarında da yetiştirdi. Ata binmek ve silâh kullanmak gibi her çeşit harp sanatında pek ustaydı.

Abdülkâdir Cezâyirî 1826’da babasıyla birlikte Mısır’a gidip burada İslâm âleminin meşhûr ilim merkezlerinden olan Ezher medreselerini ziyâret etti. Âlimlerle görüşüp bilgi alışverişinde bulundu. Oradan Hicaz’a geçerek hac vazîfesini îfâ etti. 1829 yılında Şam’a geldi. Burada evliyânın büyüklerinden Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri ile görüşüp duâsına kavuştu. Buradan Bağdad’a geldi. Şerefli âilesinin tabi olduğu evliyânın büyüklerinden nûr ve feyz menbaı Peygamber efendimizin soyundan Seyyid Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin mübârek kabrini ziyâret etti. Mânevî yardım istedi.

Abdülkâdir’in yurda dönüşünden kısa bir müddet sonra 1830 Temmuzunda Fransızlar Cezayir’i işgâl ederek ülkedeki üç yüz yıllık Türk idâresine son verdiler. Vehrân ve Müstefânem bölgelerindeki halk düşmana karşı ayaklanarak Şeyh Muhyiddîn’i kendilerine emir seçtiler.Ancak o oğlu Abdülkâdir’i bu işe daha lâyık gördü ve emirliği ona devretti. Kendisi Oran’daki Fransız kuvvetleri ile harb eden askerin kumandasını ele aldı.

Abdülkâdir-i Cezayirî kendisine yapılan bîat merasimi sırasında yaptığı konuşma ile cesâret, uzak görüşlülük, müsâmaha, tevâzu ve fedâkârlık gibi vasıflarını ortaya koydu.

Abdülkâdir kısa sürede gösterdiği hârikulâde şecâat, kahramanlık, binicilikteki mahâret ve soğukkanlılığı ile herkesi hayran bıraktı.Askerî bir lider olarak kendini kabûl ettirdi. Bu sebeple Fransızların Cezâyir’i işgâl etmesinden iki sene sonra babasının muvafakati ve bütün Cezâyir müslümanlarının arzusu üzerine ülkenin emirliğini üzerine aldı.

Abdülkâdir-i Cezayirî bundan sonra Fransızlara karşı plânlı ve sistemli bir harekat başlattı. Kuvvetli bir ordu kurarak Fransızları üst üste bozguna uğrattı.Bu zaferlerini siyâsî sâhada da sürdürerek birçok bölgeleri de bu yolla ele geçirdi. Fas Sultanı Abdurrahmân’ı kendi tarafına veFransızlara karşı mücâdele sâhasına çekmeyi başardı. Kahramanlığı ve zekâsı sâyesinde yerli kabîleleri etrafına topladı. Büyük bir güçle başta Maasker olmak üzere Merakeş sınırına kadar bütün batı Cezâyir’e sâhib oldu. Fransızlar 26 Şubat 1834 antlaşmasıyla Abdülkâdir’in Batı Cezayir üzerindeki otoritesini tanıdılar. Ancak ertesi yıl bölgedeki Fransız komutanı General Trezel, emirin kendisine bağlı saydığı aşîretleri himâyesi altına aldığını bildirdi. Amacı, mücâhidleri bölmek ve parçalamaktı. Onun bu kararı üzerine Abdülkâdir-i Cezâyirî tekrar harekete geçti. Makta’da yapılan çarpışmada Trezel alayını müthiş bir bozguna uğrattı.

Bu yenilgi üzerine Fransa bölgeye yardım kuvvetleri gönderdi. Bu birliklerin başında gelen General Bugeaud kısa bir sürede Cezayir’i ele geçireceğine, müslümanları mahv edip Abdülkâdir’i yakalayacağına söz vererek harekete geçti. Fransızlar Maasker’i kısa sürede ele geçirdiler. Bu zaferle kendisine fevkalade güvenen Bugeaud, Konstantine önüne geldiğinde Abdülkâdir’in asıl gücü ile karşılaştı. Abdülkâdir’in ne zaman ve ne şekilde vuracağı belli olmuyordu. Ordusu son derece disiplinli idi. En küçük bir bozulma ve ümitsizliğe düşmüyor ve insanüstü bir gayretle çarpışıyordu. Bu durum Fransız birliklerinin tekrar bozgun hâlinde geri çekilmesine yol açtı.

Nitekim Bugeaud çok geçmeden Abdülkâdir’le Tafna Antlaşmasını yapmaya mecbur kaldı(1837). Bu antlaşma ile Emir Abdülkâdir limanlar ve kıyı şehirleri dışında ülkenin tamâmında hâkimiyeti elde ediyordu.

Abdülkâdir-i Cezayirî bu sulh devresinden faydalanarak güçlü bir devlet mekanizması kurmaya çalıştı. Devlet merkezini Maasker’den Tagdempt’e nakletti. Kanun ve kaideleri düzelterek İslâmiyete uygun hâle getirdi. Osmanlılar zamânında birtakım mükellefiyetler karşılığında vergiden muaf tutulan Mehazin kabîlelerinin imtiyazlarını kaldırdı ve herkesten zekat topladı. Fas yoluyla İngiltere’den sağladığı top ve tüfeklerle ordusunu teknik açıdan kuvvetlendirdi.

Bu arada Fransızlar antlaşmaya aykırı olarak faaliyetlerine devam ediyorlardı. 1837 Ekiminde Osmanlı tâbiiyetini sürdüren ve kendilerine karşı direnen Ahmed Bey’i yenerek Konstantine şehrini zaptettiler. 1839’da ise Abdülkâdir’le Kabiliye bölgesinin nüfuz meselesi yüzünden görüşmek istediler. Red cevâbı üzerine harekete geçen Fransız birlikleri Cezâyir’i Konstantine’ye bağlayan Bîbân geçidini ele geçirdiler. Buna karşı Abdülkâdir de 19 Kasımda küçük fakat hareket kâbiliyeti yüksek birliklerini Fransızlar üzerine sevketti. Aynı zamanda “cihâd-ı mukaddes” ilân ederek dînini seven herkesi bayrağı altınaçağırdı. Kumandan ve yardımcılarına gönderdiği mektuplarla onların şevkini ve gayretini arttırmaya çalıştı.

Abdülkâdir-i Cezâyirî böylece Fransızlara karşı ölüm kalım harbini başlatmış bulunuyordu. Bu harbin sonunda ya Cezayir’de İslâmı muzaffer kılacak veya bu uğurda çok istediği şehadete kavuşacaktı.

Emir Abdülkâdir, Sumala adını verdiği merkezini seyyar bir vaziyete getirdi. Düşmanın vaziyetine göre merkezini istediği yere naklediyor ve savaşın cereyan tarzını hep kendi istediği şekilde yönlendiriyordu. Bu hareketli tesislerinde barut, mermi ve silah da imal edebiliyor ve malzeme sıkıntısı çekmiyordu.

Ancak Abdülkâdir’in az fakat disiplinli ordusu karşısında üst üste mağlubiyetin ezikliği içerisindeki düşman çareyi; kadın, çocuk ve ihtiyarları zalimce katletmek, ekili araziyi yakıp yıkmak ve hayvanları telef etmek gibi yollarda buldu. Böylece yüz bini aşan Fransız ordusu yirmi bin kişilik ve dağınık vaziyetteki mücahidleri açlık ve sefalete düşürerek mağlub etmek gibi bayağı yollara başvuruyordu. Onların bu şekildeki davranışları ve sinsi faaliyetleri, Abdülkâdir’in ordusunda tefrika ve anlaşmazlıkların doğmasına sebeb oldu. Bunun üzerine Abdülkâdir Merakeş’e çekildi. Akrabası olan Merakeş hâkimi Abdurrahmân ve Merakeş’in müslüman halkının yardımıyla Fransızlarla savaşmaya devam etti. Ancak bu defâ da Fas kralı Abdurrahmân’ın ihaneti ile karşılaştı. Fas kralı, Fransızların şartlarını kabul ederek cihad meydanından çekilirken Abdülkâdir’e yapılan yardımların da kesilmesini emretti. Bu durum mücâhidleri büyük bir sıkıntıya soktu. 1842 Kasımında Abdülkâdir’in harekât merkezi olan Sumala düşman eline geçti. Emir’in paha biçilmeyen şahsî kütüphânesi içindeki belgelerle birlikte Fransızlar tarafından tahrib edildi. Büyük Sahra’ya çekilen Emir Abdülkâdir orada da tarafdârlarının telef olması üzerine 1847 senesinde İskenderiyye veya Akka’da kalması şartıyla General Lamoriciere’ye teslim olmak zorunda kaldı. Teslim olurken ağzından çıkan tek kelime mücâdelesinin sonunu ne güzel özetlemektedir. “Kader.”

Ancak Fransızlar bir kez daha sözlerine sadık kalmadılar. Emir Abdülkâdir, Cezayir vâlisi Duc d’Aumele tarafından Fransa’ya gönderildi. Emir ve yanındakiler önce Toulon’da, sonra da Loira Vadisindeki Anboise kalesinde beş yıl hapis kaldılar.

Napolyon, Fransa’da imparatorluğunu îlân ettiği zaman, Abdülkâdir-i Cezâyirî’ye Osmanlı ülkesinde kalması için müsâade verdi. 1852’de İstanbul’a gelen Abdülkâdir-i Cezâyirî Sultan Abdülmecîd Han’la görüştü ve pâdişâhın fevkalâde izzet ve ikrâmını gördü. Daha sonra Bursa’ya geçerek kendisine tahsis edilen konakta oturdu. 1855’de Bursa’da büyük bir zelzele olması üzerine Şam’a geçti.

Abdülkâdir-i Cezâyirî, Şam’a gidince, zamânını ilmî çalışma, ibâdet ve çocuklarının terbiyesi ile geçirdi. Kimseyle görüşmedi. Bu sırada İngiliz ve Fransızlar, Osmanlı Devletini kuvvet zoruyla yıkamayacaklarını anlamışlar, işi fitne ve fesatla hâlletme yoluna gitmişlerdi. Osmanlı Devleti içerisindeki çeşitli fırka ve milletleri birbirleriyle çarpıştırmaya başlamışlardı. Lübnan ve Suriye’de Dürzîleri İngilizler silâhlandırmış, Mârunîlere de Fransızlar arka çıkmışlardı. Her iki devlet, yaptıkları çalışmalarla, Osmanlı tebeasını Osmanlı topraklarında birbirine kırdırıp, kendi emellerine âlet etmeye kalkışmışlardı. Bu oyunların bir sahnesi olarak 1860 senesinde Dürzî âsileri, hıristiyan ahâliyi öldürmeye teşebbüs ettikleri vakit, Abdülkâdir, Cezâyirli muhâcirlerin yardımı ile Fransa konsolosunu ve bin beş yüz kadar insanı kurtardı. Bu hareketi Osmanlı hükümeti tarafından taltif edildi. Fransa hükümeti, bu hareketin mükâfâtı olarak Emir’e Legion d’honneur nişanının grandcruix’sını verdi. Abdülkâdir-i Cezâyirî 1862 senesinde hacca gidip iki sene Hicaz’da kaldıktan sonra İstanbul’a gelerek, Abdülazîz Han tarafından Birinci Osmânî Nişânıyla taltif edildi.

Daha sonra Şam’da ömrünü ilim ve ibâdetle geçiren Abdülkâdir Cezâyirî 26 Mayıs 1883 te vefat etti. Nâşı Sâlihiyye’de Muhyiddîn Arabî türbesine defnedildi. Devrin târihçileri “Gabe bedrün kâmilün= Mükemmel dolunay battı (H. 1300) diyerek ölümüne târih düşürdüler.

Abdülkadir Cezayiri Kimdir Abdülkadir Cezayiri Kimdir Abdülkadir Cezayiri Abdülkadir Cezayiri Kimdir Abdülkadir Cezayiri mücâhid velîlerdendir. 1807 senesinde Recep ayının yirmi üçüncü günü Cezâyir’in

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir