Osmanlı Devleti’nin Yükseliş Sebepleri

Osmanlı Devleti’nin Yükseliş Sebepleri Hakkında , Osmanlı Devleti’nin Yükseliş Sebepleri , Osmanlı Devleti’nin Yükseliş Sebepleri İle İlgili Bilgiler

1) En önemli sebep, manevî değerlerine ve İslâma olan bağlılıklarıdır Bunu ilây-ı kelimetüllah ruhu diye de ifade edebilirsiniz Bir adamın kıymeti himmeti nisbetindedir Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başına bir millettir Bir ferdin himmeti milleti olabilmesi için, o ferdi milletine bağlayan kuvvetli bağlar ve şahsî hayatını milletin hayatına tercih ettiren önemli sebepler bulunmalıdır Bu önemli sebepler ve kuvvetli bağlar, manevi değerlerden başkası olamaz O halde manevî değerleri ile ordusunu techiz etmeyen bir millet, gelecekte her an tehlikelere maruz kalır ve varlığını sürdüremez Bu mânâyı târihe bakarak, daha da müşahhas hale getirebiliriz Osmanlı Devletnin bir zamanlar, bütün Avrupa nın büyük devletlerine karşı hayatını ve varlığını devam ettiren, şu devletin ordusundaki Kur’ân dan alınan şu fikirdir: Ben ölsem şehidim, öldürsem gaziyimGerçekten Kosova meydan muharebesine çıkan Murad Hüdavendigar Yarab beni din yolunda şehid , ahirette said et demiş ve istediği olmuştur Bu ruh ile şahlanan şanlı ecdadımız, şevk ile ve aşk ile ölümün yüzüne gülerek bakmış; daima Avrupa’yı titretmiştir Size de soruyorum; şu dünyada basit fikirli ve saf kalpli olan genç askerlerin ruhunda öyle ulvi fedakarlığa sebebiyet verecek hangi şey gösterilebilir? Hangi duygu bu mânevî değerlerin yerlerine ikame edilebilir? Allah ve ahiret inancından başka hangi şey, hayatını ve bütün dünyasını severek ona feda ettirebilir?

Tarih bize gösteriyor ki, biz Müslüman Türkler , ne derece mânevi değerlerimize bağlanmış isek ilerlemişiz Ne vakit mânevî değerlerimizden uzak kalmışsak, gerilemişizdir O zaman düşmanlar bizi can damarımızdan vurmuşlardır Bilesiniz ki, düşman bizi hiç bir zaman açık savaşta yenememiştir Daima tehlikeyi, kurtuluş reçetesi olarak göstererek bizi içimizden hançerlemişdir Bir milletin maddî bataryaları ne kadar modern silahlarla mücehhez olursa olsun ve o millet isterse imparatorluk seviyesine yükselsin, mânevî bataryaları boş olduğu müddetçe yıkılmaya mahkumdur

Vatana ihanet suçuyla 1821 yılında Patrikhanenin orta kapısı önünde asılmış bulunan İstanbul ‘daki Fener Patriki Gregorios tarafından Rus Çarı Aleksandr’a yazılan mektupta aynen şu ifadeler yer almaktadır:

Türkleri maddeten ezmek ve yıkmak mümkün değildir Çünkü Türkler , sabırlı, mukavemetli, mağrur ve izzet-i nefisli insanlardır Bu hasletleri, dinlerine bağlılıklarından ve kadere rıza göstermelerinden, anânelerinin kuvvetinden ve âmirlerine itaat duygusundan ileri gelmektedir Bu sebeple, Türklerde evvela itaat duygusunu kırmak ve mânevî bağları koparmak, dinî metanetlerini zaafa uğratmak gerekir Mânevîyatları sarsıldığı gün, Türkleri zaferlere götüren asıl kudretlerinden sıyıracak ve onları maddi kuvvetlerle yenmek mümkün olacaktır Osmanlı Devleti n’i tasfiye için mücerret olarak harp meydanlarındaki zaferler kâfi değildir Yapılacak olan, Türkler’e bir şey hissettirmeden bu tahribi tamamlamaktır

Sultân Aziz devrinde, İstanbul Rus Elçisi olan GeneraI İgnatyef , bu mektubu zikrettikten sonra şunu ilave eder: Ben vazifedeyken bu teşhisler isabetle tecelli etti Evet maalesef bu oyunlara gelen Tanzima t gençliği, Rus elçisinin dediği gibi, millî ananelerin düşmanı ve atalarının papuçları olamayacak bir hale gelmişlerdi’ İbn-i Kemal de, Osmanlı Devletinin Gazneliler , Selçuklular ve Harzemîler gibi, Müslüman devletlerle mücadele ederek ve kendi mevlâlarına isyan ederek yükselmediğini, belki tamamen yukarıda anlatılan gazâ ruhuyla ve yüksek bir himmetle yükseldiğini misâller vererek açıklamaktadır Osmanlı Tarihlerinin mukaddimelerinde zikrettikleri bazı menkıbeler de, bu ruhu açıklamak için zikredilmişlerdir

2) Osmanlı Devletini yükselten sebeplerin ikincisi, Osmanlı Devletinin özellikle yükselme dönemlerinde tam bir hukuk devleti olması yani şer-i şerif ve kanun-ı münifin esas kabul edilmesidir Gerçekten de, içinde 763 Kanunnâmeyi neşrettiğimiz Osmanlı Kanunnâmeleri adlı eserimizi inceleyenler göreceklerdir ki, Osmanlı Devletinin yükseliş, duraklama, gerileme ve yıkılışını, kanunnamelere bakarak grafikle göstermek mümkündür Osmanlı Kanunnâmeleri, Fâtih den itibaren zirvededir Kanuni devrine kadar, kanun yapma ve kanunu uygulama görevleri ehil ellerdedir II Selim den itibaren durgunluk başlamıştır iyi Murad zamanında durmuştur Daha sonra ise, önce gerilemiş; sonra da Adâletnâmeler le örtülemeyecek kadar gedikler açılmıştır 1700-1800 yılları arası Osmanlı Devleti�nin hukuk devleti olmaktan çıkma tehlikeleri yaşadığı dönemdir Osmanlı vatandaşı, yükselme döneminde Müslüman olsun gayr-i müslim olsun, tam bir hukuk devleti olduğuna ve ayırım yapılmaksızın adaletin icra edildiğine inanmaktadır İşte vatandaşı böyle bir inanca sahip devletin yükselmesi mukadderdir Padişah fermanıyla kira bedellerinin olduğu gibi bırakılması olmaz Zira Padişahın emriyle nâ-meşrû olan şey meşrû olmaz; haram olan nesne helâl olmak yokdur Bu hususlarda emr-i şer-i şerif budur Bir türlü dahi değildir Şeri hükümlere vâkıf iken onları ketmetmek, Kurân’daki bir âyetin tehdidine maruz kalmaktır diyen Ebüssuud lar; Ve kiliseleri ellerinde ola, okuyalar âyinlerince Ammâ çan ve nâkus çalmayalar Ve kiliselerin alub mescid etmeyem diyen Fâtihler ve nihayet Madem ki, onlar raiyyetliği kabul etmişler Dinimiz gereği, onların can, mal ve ırzlarını kendi can, mal ve ırzlarımız gibi korumakla mükellefiz Bu yolda onlara cebretmek, dinimize muhâlifdir diyerek, hem gayr-ı müslimlerin şahsî hak ve hürriyetlerine gösterdiğimiz hürmeti ve hem de meşru sınırlar içinde kalmak şartıyla din ve vicdan hürriyetine gösterdiğimiz saygıyı anlatan Zenbilli Ali Efendiler , bu izaha çalıştığımız hukuk ve adalet devletinin sacayakları olmuşlardır

3) Devletin devam ve bekasına sebep olan para ve askerin mükemmel oluşudur Osmanlı Devletinin yükselmesine sebep olan para, halktan zorla toplanan para değil, memleketin mamur olmasından ortaya çıkan paradır Bu dönemde, Osmanlı parasının kaynakları tamamen şerî vergiler ve meşru gelir kaynaklarıdır; tekâlîf-i örfiyye neredeyse yok gibidir Yıldırım Bâyezid , kadıların davacı ve davalılardan aldıkları harçları rüşvet sayarak buna vesile olan kadıları idam etmeye kalkışacak kadar hassastır Asker ise, ehliyetli ve vasıflıdır Çünkü tam bir gaza aşkıyla eğitimli askerler yetişmektedir Kanuni devrine kadar, yeniçerinin adedi en fazla 10-12 bin kadardır Ama her yerden zafer haberleri gelmektedir Viyana bozgununda bu sayı 50 binlere ulaşmıştır Ancak mal toplamaktan başka kayguları yoktur Bu dediklerimize Yeniçeri Kanunnâmesi en canlı şahittir En önemlisi de, yükselme döneminde asker siyâsetin ve idarenin içinde değildir

4) Günümüzde bazı araştırmacıların tenkit ettiği gılmân sistemi yani kapıkulu sistemi de, devletin yükseliş sebeplerinin başında gelmektedir Zira tarihde çoğu büyük devletler, kendilerine tabi olan aristokrat beylerin isyanlarıyla yıkılmışlardır Abbasî Devleti kendi elleriyle büyüttükleri aristokrat aileler eliyle; Büyük Selçuklu Devleti mevâlî- olan Harzemiler eliyle yıkılmışlardır Günümüzde de devletin hânedânlarla sıkıntıda olduğu ortadadır İşte Osmanlı Devleti, bu sıkıntılardan kurtulmak için, ailesi ve yakın çevresi bulunmayan devşirme ve köle asıllı insanları Enderûn denilen özel mektepte bir devlet adamı gibi yetiştirerek onları devletin yükselmesinde istihdâm etmiş ve başlangıçta muvaffak da olmuştur

5) Osmanlı Devletinin yükselme dönemlerinde tam manasıyla hür bir ilmin de önemli etkisi olduğunu ifade etmekte yarar vardır Memleket ve vatan bir vücuda benzer; aklı ve ruhu ilim ve ma’rifettir; cesedi ve bedeni de siyâset ve idaredir Bu iki unsur arasında muvâzenenin te’min edildiği dönemlerde, dâima medeniyet, terakki ve refah görülmüştür Abbasî Devleti’nin ilk halifeleri, Endülüs Emevilerinin başlangıçtaki idarecileri ve ilk Osmanlı Padişahları, bu muvâzeneyi temin eden en müşahhas misâllerdir Fâtih Sultân Mehmed’in vezirlik ve kazaskerlik teklifini reddeden, diğer taraftan Fâtih’i tekyesine de kabul etmeyen Molla Güranî ; Fâtih sarayında ve kendisi de tekye ve medresesinde kaldığı müddetçe, bu dengenin korunabileceğinin çok iyi idrâki içindedir Bir Osmanlı Kanunnâmesinde bu önemli muvazene düsturu şu şekilde ifade edilmektedir: Kadılar, şer’î hükümler i icra edeceklerdir Ancak memleketin nizâmı, korunması ve vatandaşın idaresi ile alâkalı hususları hükkâm-ı seyf ve siyâset olan vükelâ-yı devlete havale edeceklerdir Bu sebebledir ki, eskiler, devlet adamlarına erbâb-ı seyf , ilim adamlarına ise erbâb-ı kalem demişlerdir Zikredilen bu muvâzeneyi sağlamada en önemli vazife, ilim adamlarına düşmektedir İlim adamları bilmelidirler ki, dünyada en yüksek rütbe ve şeref, ilmin rütbesi ve şe530**ir Hakk’a ve hakikata âşık bir ilim adamı, hakk’dan başkasına tâbi olmaz Zira hakk’ı tanıyan, hakk’ın hatırını hiçbir hatıra feda etmez Hakk’ın hatırı âlidir; hiçbir hatıra feda edilmemek icabeder Ebüssuud un biraz önce zikrettiğimiz şu cümleleri bunu aksettirmektedir: El-Cevab; Olmaz Padişah’ın emri ile nâmeşru’ olan şey meşru’ olmaz Haram olan nesne helâl olmak yoktur

6) Osmanlı Devletini yükselten sebeplerden birisi de vazifelerin, ister ilmiyede, ister seyfiyede ve isterse de kalemiyede olsun, ehil olanlara verilmesidir Medeniyetlerin kurulmasında ve yıkılmasında mahâret ile salâhatın önemi inkâr edilemez Tarihe bakıldığında görülecektir ki, bu iki vasfı kendinde birleştiren milletler nice medeniyetler kurmuşlar ve daima payidâr olmuşlardır Yıkılan bütün medeniye t ve devletlerin altında ise, aranırsa mutlaka bu iki vasıftan birinin veya ikisinin yokluğunun yattığı esefle müşahede olunur Mahâret , kişinin kendi mesleğinde ehil, uzman ve kâbiliyetli olmasıdır Salâhat ise, kişinin din ve ahlâkça yüksek bir seviyeye ulaşmasıdır Şunu önemle belirtelim ki, salâhat ve mahâret birbirinden ayrıdır Hamiyet, vatanperverlik, sadâkat ve adâlet gibi ulvî duygular, salâhatın meyvesidir ve o bahçede yetişir İş, san’at, kabiliyet ve benzeri hususlar ise, mahâret bahçesinden derlenebilen meyvelerdir Kalb ve vicdanı manevî duygularla bezenmeyen bir insandan hakikî mânâda hamiyet, sadakat ve adâlet beklenilemez Ancak, iş, san’at ve kabiliyet başka şeyler olduğu için, sâlih olmayan bir adam güzel çobanlık yapabilir; ayyaş bir adam ayık olduğu zamanlarda iyi saat tamir edebilir Yani bu noktada salâhat ayrıdır, mahâret ayrı

Elbette ki, vazifelere yapılan tayinlerde, hem sâlih, hem de mâhir olanlar, yânı hamiyetle fazileti birleştiren, kalbi ve fikri münevver olanlar tercih edilecektir Bu vasıfları beraberce bulunduran insanlar yeterli sayıda değilse, bu takdirde ya mahâret ya da salâhat esas alınacaktır İslâm ‘a göre ikisini birleştiren bir eleman yoksa, san’at’ta ve işde mahâret tercih sebebidir

Bir kısım İslâm hukukçuları ve tefsirciler tarafından, özellikle idarî yetkiye sahip devlet ricaline hitâben nâzil olduğu söylenen Kurân’ın şu âyeti, bu konuda çok mânidardır:

Haberiniz olsun ki, Allah sizlere muhakkak şunları emrediyor: Biri emânetleri ehline vermeniz, biri de insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hareket etmenizdir Allah size ne güzel öğüt veriyor (Her halde bu emirleri tutmalısınız) Zira şüphesiz ki, Allah verdiğiniz kararları işitir ve emânetler hakkında yaptıklarınızı görür

Hz Rasûlullah’ın (SAV) Emaneti ehline ver ve sana hâinlik edene hıyânetle mukâbele etme� hadisi de, bu mânâyı teyid etmektedir

Osmanlı Devleti ‘nin yükselme devrini tetkik edenler, neden kısa bir zamanda dünya devleti haline geldiğini ve salâha t ile mahârete ne derece riâyet ettiklerini çok iyi bilirler Rumelideki Sırp , Macar ve muhtelif kavimlerin kendi arzuları ile neden Osmanlı hâkimiyetini tercih ettiklerinin sebebini, hakperest ve cesur padişah Yavuz kadar Zenbilli Ali Efend i’de ve Muhteşem Süleyman kadar Osmanlı hukuk âbidesi Ebûssuud’da da aramak icab eder Devleti haricî münâsebetlerde temsil eden nişancıların, diplomatik ve diplomasi ilminin mütehassısları ve kazaskerlerden titizlikle seçildiğini müşâhede edince; Kanuni’nin sadrazamının dilinden bir sadrazamın nasıl olması gerektiğini yine onun kaleme aldığı Asâfnâm eden ibretle okuyunca ve bakanlar kurulu demek olan Divan -ı Hüm âyun’un hâcegân -ı divan olmadan toplanmadığını kanunnâmelerden öğrenince, Osmanlı Padişahlarının neden ve nasıl zaferden zafere at koşturduğunu daha iyi anlıyoruz

Osmanlı Devleti’nin duraklamasında ve gerilemesinde, ehil olmayan insanların göreve getirilişinin yattığını çok iyi idrâk eden Osmanlı Padişahı, vezir-i a’zamına bu hakikatı, bir tayin fermanı münâsebetiyle şöyle ifade ediyor:

Benim Vezirim, Tezkirecilik görevi için, ehliyetli bir kaç adayı düşünerek seçip, bana arzet Önce kendi devlet adamlarımızı terbiye etmeyip, her birinde türlü türlü uygunsuz tavırlar varken, başkalarını terbiye etmeye yüzümüz kalmıyor Ben senin kimseye iltimas yapmayacağını biliyorum Gerek bu çeşit fiillere ve gerek tamah ve rüşvete cesaret edenleri, niçin tarafıma ifade etmezsin? Hep benden olmasın diye diye devletimiz bu hale geldi Bundan sonra vâkıf olduğun kötü hareket her kimden zuhûr ederse, tarafıma bildiresin İşte sana tenbih ediyorum

7) Bütün bu sebeplerin etkisiyle, yükseliş dönemindeki Osmanlı idaresinde rüşvet , suiistimal, sefâhet, israf ve gayr-i meşru masraflar, vatandaşa zulüm ve benzeri kötülüklerin olmayışı, Osmanlı Devletini kısa zamanda yükseltmiştir

 

Osmanlı Devleti’nin Yükseliş Sebepleri Konusu Hakkında Sorularınızı ve Yorumlarınızı Aşağıdan Anında Yazabilirsiniz …

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir