Amerika’nın Keşf Edilmedi Ve Sonrası

Amerika’nın coğrafi olarak ilk keşfi 10.yüzyılda Grönland’ın doğusunda bir koloni kuran İzlandalılar tarafından gerçekleştirilmiştir. Fakat gerçek anlamda sosyal keşif 1492 yılında Kristof Kolomb’un yolculuğu sonucundadır.

O tarihlerde Asya ile ticaret yapmak isteyen Avrupalılar arada engel teşkil eden Türkler karşısında sürekli yenilgi aldıkları için Doğu’ya başka yollardan ulaşmaya çalışıyorlardı. Hindistan’a batıdan ulaşma çabasıyla yola çıkan İtalyan kaşif Kristof Kolomb, 12 Ekim 1492 yılında sadece yerlilerin yaşadığı bu kıtaya ayak bastığında bir Doğu Asya adasına vardığını zannetmişti. Aslında ayak bastığı ada Bahama Adaları’ndan biriydi. (İngilizce’de kızılderililere de “Indian” denmesinin sebebi budur. Aslında “Indian”, İngilizce’de “Hintli” anlamındadır.)

Bu yolculuğu Amerigo Vespucci ve Sebastian Cabot gibi diğer kaşiflerin seferleri takip etti. Her ne kadar bu toprakların Hindistan değil de yepyeni bir kıta olduğunu ilk keşfedenin 1499 yılında Amerigo Vespucci olduğu düşünülse de, adı geçen üç kaşiften hangisinin bu keşifte bulunduğu konusunda kesin bir görüş birliği yoktur.

İlk kez 1507 yılında Waldseemuller isimli amatör bir Alman coğrafyacı bir makalesinde bu yeni kıtaya Amerigo Vespucci’den esinlenerek “Amerika” dedi. Kıtanın adını “Columbia” yapma girişimlerine karşı bu isim çok tuttu ve daha sonra kuzeydeki büyük karaların da keşfedilmesiyle Kuzey ve Güney Amerika olarak ikiye ayrıldı.

Amerika Kıtası’nın 1492’de Avrupalılar tarafından keşfinden sonra İspanyollar, Portekizliler, Fransızlar ve İngilizler, buradaki yerli halkların aleyhine toprak sahibi oldular. İngilizler, Amerika’daki topraklarını genişlettikten sonra, İngiltere başta olmak üzere çeşitli ülkelerden göçmenler alıp buralara yerleştirerek koloniler kurdular

18. yüzyıl ortalarında, bu kolonilerin sayısı 13’e yükseldi ve bu Onüç Koloni, Amerika Birleşik Devletleri’nin temelini oluşturdu.

Amerika Kıtası, insanlar için yeni olanaklar ve yeni bir hayat sağladı. Daha sonra, bu koloni sistemi sömürgecilik politikasına dönüştü. İngiliz kolonileri, Birleşik Krallık’a endüstri konusunda hizmet ediyordu. İngilizler kolonilerden vergi alıyordu.[1] Koloniler zaman içinde İngiliz devletinden farklı bir kimlik geliştirmeye başladı. Nüfus hızla büyüyor, tarıma dayalı ekonomi gelişiyor, iş adamları ticari ataklarda bulunuyordu. Dinsel yapıda da farklılık vardı. Avrupa’dan gelenler tutucu bir protestanlık geliştirmişti.

Yönetimleri de İngilizlerden farklıydı. Kolonilerin her birinde (Pensilvanya dışında),iki yasama meclisi bulunuyordu. Kolonileri temsil eden alt meclisin üyeleri mal sahipleri tarafından seçiliyor, Krallığı temsil eden üst meclis üyeleri ise İngiliz Kralı tarafından tayin ediliyordu. Kolonilerde yaşayanlar aynı zamanda mahkemeler kurmuştu ve İngiliz hukuk sistemini uyguluyordu.

1756-1763 yılları arasında İngiltere’nin Avusturya, Fransa ve Rusya ittifakıyla yaptığı savaşlar (Yedi Yıl Savaşları), İngiliz maliyesi üzerinde ciddi bir yük oluşturmuştu. İngiltere malî yükünü gidermek amacıyla yeni vergiler koyması, Amerika’daki kolonilerin tepkisiyle karşılaştı. Koloniler yüksek vergiler ödeyip, karşılığında hiç bir şey alamamaktan rahatsızlardı. Çay ihracatına gelen yüksek ek vergiyle koloniler, 18. yüzyıl ortalarından beri hazır oldukları bağımsızlık mücadelesini hayata geçirdiler. Savaşın başlarında George Washington, Thomas Jefferson tarafından kaleme alınan ve özgürlük isteklerini dile getiren Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’ni yayınladı (4 Temmuz 1776). Sonradan 4 Temmuz günü ABD bağımsızlık günü olarak kabul edilmiştir.

Altı yıl süren savaş sonunda, George Washington komutasındaki koloni güçleri tarafından yenilgiye uğratılan İngiltere geri çekilmiş ve 1783 yılında Paris antlaşmasıyla 13 koloninin bağımsızlığını kabul etmiştir. [kaynak belirtilmeli]Bağımsızlıklarını ilan eden koloniler, içişlerinde serbest eyaletlerden oluşan Amerika Birleşik Devletleri’ni kurdular (1787). 1789’da Anayasanın tamamlanıp onaylanmasıyla yeni bir ulus ve Amerikan üst kimliği doğdu. Amerikan bayrağındaki 50 yıldız, 50 eyaleti simgelemektedir.

Amerika Birleşik Devletleri, ülkeyi anayasayla yöneten bir Başkanın seçimle iş başına geldiği ilk modern demokratik cumhuriyettir. Bu manada Fransız Devrimi’nin de öncüsü olmuştur.Bu sistem 18. yüzyıl dünyasında eşitlik, insan halkları, adil yargılama ve kuvvetler ayrılığı gibi kavramların gündeme gelmesini sağlamıştır.
ABD’nin genişlemesi

ABD doğal kaynaklarının zenginliği, genç ve dinamik bir insan gücüne sahip olması nedeniyle 19. yüzyıl boyunca hızla sanayileşti. Ancak 1861-1865 yılları arasında çıkan Amerikan İç Savaşı ülkeyi parçalanma tehditi altına soktu. Savaş kuzeydeki eyaletlerin başarısıyla sonuçlandı ve ABD tekrar hızlı bir gelişme dönemine girdi. 20. yüzyıl başlarında çıkan I. Dünya Savaşı’nın İtilaf Devletleri tarafından kazanılmasında önemli bir rol oynadı. II. Dünya Savaşı’nda da Almanya, İtalya ve Japonya’ya karşı büyük bir başarı kazanan ABD artık bir süpergüç haline gelmişti.

Bu iki dünya savaşından sonra dünya ülkeleri iki kutuba ayrıldılar. Soğuk Savaş adıyla anılan bu dönemde ABD NATO örgütü çatısı altında Batı Bloğunun liderliğini üstlenirken, Sovyetler Birliği Doğu Bloğu’nun (Varşova Paktı) lideri durumundaydı. Soğuk Savaş yılları boyunca ABD başta Kore Savaşı ve Vietnam Savaşı olmak üzere birçok savaşlara katıldı. 1989 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılışı ardında Soğuk Savaş sona erdi. 1990 yılında Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesi üzerine çıkan I. Körfez Savaşı’nda ABD Irak ordusunu yendi. ABD 1995 ve 1999 yıllarında NATO ülkelerinin yardımıyla Bosna Savaşı’na ve Kosova Savaşı’na müdahele etti. 2001 yılında New York ve Washington, DC gibi büyük ABD kentleri 11 Eylül 2001 Saldırıları’na sahne oldu. Bu saldırılara yanıt olarak ABD 2001 yılında Afganistan Savaşı ve 2003 yılında da Irak Savaşı’nı başlattı. Bu savaşlar halen tam olarak sonuçsuz bir şekilde devam etmektedir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir