İskemlenin İcadı

Bauhaus mobilyaları içinde hiç şüphesiz en önemlisi 1929 yılında van der Rohe tarafından yapılan Barselona iskemlesiydi. Aynı yıl Barselona Fuarı’nda Alman pavyonunu tasarlamakla görevlendirilen mimar, dönemin İspanyol Kralı’nın pavyonu ziyaretinde oturması için bu iskemleyi de tasarlamıştı. Bu pavyon yalnız van der Rohe’nin sonraki yıllardaki eserlerine öncü bir model değil, başka birçok Modernist mimara örnek olmuş bir yapıydı. Barselona iskemlesi ise önceki modernist tasarımlara göre insan bedenine daha uyumlu olan eğimli çizgileri barındırıyordu. Oturmalık ve arkalık şilteleri deri kaplamalıydı. Ayaklar ise boru değil, daha esnek bir malzeme olan çelik lamaydı.
20’li yılların ilerici mobilyalarını özet olarak anlatmak gerekirse şu özellikler sıralanabilir:

Modernistler, mimarlığı “mekân kurma sanatı” olarak benimsemişlerdi. Bu kurgu insanın yaşadığı çevrede her türlü gereksinimini karşılamak üzere bir bütün olarak asarlanmalıydı. Resim ve heykel gibi sanat eserleri bu bütünü tamamlayan öğeler olmalıydı. Yerli dolaplar, aydınlatma elemanları ve mobilyalar olabildiğince mekânla birlikte, ona bağımlı olarak çözümlenmeliydi. Bağımsız mobilyalar ise herhangi bir mekâna uyum sağlamak üzere biçimsel nitelikleri öne çıkmayan kişiliksiz eşyalar olmalıydı.

Bu eşyalar sıradan insanların gereksinimlerini karşılamak üzere mümkün olan en az ve ucuz malzeme ile yapılmaya çalışılırdı. Örneğin birçok mobilyanın oturmalık ve sırtlığı branda bezi gerilerek meydana getirilirdi. Bir mobilyanın yapısı işlevine uygun olmalı ve yapıyı oluşturan parçalar ve bunların birbiri ile ilişkileri net olarak anlaşılmalıydı. Taşıyıcı sistem gövdeden kesin olarak ayrı tutulurdu. Başka bir deyimle mobilyanın görevini -oturmak, yatmak, depolamak vb.- yerine getiren kısım kendi kendine ayakta durabilen bir iskelete yerleştirilirdi. Bu özellik malzeme, biçim, renk vb. farklılıklarla görsel olarak belli edilirdi. Örneğin bazı masalarda demir ayak sistemi ile ahşap tabla arası kısa borularla açılarak farklılık vurgulanırdı. Hiçbir süs öğesi kullanılmazdı; ancak estetik düzene çok önem verilirdi. Mobilyanın yapısı süsleyici öğelere gereksinim olmadan estetik görünümü sağlardı. Estetik düzen bütünün parçaları arasındaki orantılar, doku, biçim, renk ve parlaklık gibi konulardaki zıtlıklar ve yapım sırasında gösterilen özenle meydana getirilirdi. İnsan bedenine uyum ve kullanım rahatlığı göz ardı edilmiyordu, ancak bu nitelikler hedefledikleri ekonomik çerçeve elverdiğince gerçekleştirilebiliyordu.

20’li ve 30’lu yıllarda Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde endüstri üretimine uyumlu sade ve işlevsel mobilyalar üzerinde çalışan gruplar vardı. Bu gruplardan “l’Esprit  ouveau” isimli dergiyi yayınlayan İsviçreli mimar Le Corbusier ve arkadaşları 1928 yılında Charlotte Perriand’ın (1903-1999) katılmasından sonra metal boru ayaklı mobilyalar tasarladılar. Aralarında B301 arkalıklı iskemle (Fauteuil Dossier), B306 şezlong ve LC2 Yüce Rahatlık (Grand Confort) isimli koltuk da olan bu mobilyalar 1929 yılında Salone d’Autaune’da (8)[8] sergilenmişti. Bu mobilyaların en önemli özelliği insana uyumlu tasarımlarıydı. 30’lu yıllarda Charlotte Perriand’la birlikte çalışan bir başka tasarımcı da Eileen Gray olarak yer alacaktı.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir